Planlı eskitme: Buz dağının görünmeyen kısmı

Yetişkinliği ve çocukluğu 1990’lara denk gelenlerden “Nerede o eski Sümer (Fabrikası) kumaşları, şimdikiler hemen yırtılıyor!” cümlesini duydunuz mu hiç? Ya garanti süresi bittikten birkaç hafta sonra ciddi arızaları ortaya çıkan ürünler canınızı sıktı mı? Peki arızayı gidermesi için başvurduğunuz yetkili servislerin işi yokuşa sürdüğünü veya sizden fazla para koparmak için yalan söyledikleri hissine kapıldınız mı? Bu sorular tanıdık geldiyse buyurun yazının devamına.

 


Son yıllarda akıllı telefonlardaki değişimi fark etmişsinizdir. 1990’larda neredeyse her parçası ayrılabilen telefonların artık kapağını açacak bir vida bile görmek mümkün değil. En özenli kullanımlarda bile kulaklıkların veya şarj cihazlarının kablolarının kopması veya en küçük bir darbede ekranın kullanılamaz hale gelmesi tesadüf olabilir mi? Peki sadece elektronik cihazlar mı? Mobilya, otomobil, giyim; aklınıza gelebilecek bütün ürünler için eskime veya bozulma süresi henüz üretime başlamadan planlanıyor. Konuya hangi açıdan baktığınıza göre bu durumu planlı eskitme veya ortalama yaşam döngüsü olarak isimlendirebilirsiniz. Bu yazı planlı eskitme kavramı ve tarihsel arka planı üzerine odaklanıyor.

Phoebus karteli ve bir ampul kaç saat çalışır?

Bu sorunun henüz test edilmiş bir cevabı olmasa da bunun 1901’den beri denendiğini söyleyebiliriz. Kaliforniya İtfaiyesi’ne 1901 yılında takılan bir ampul, elektrik kesintilerini saymazsak o günden bu yana 1 milyon saatten daha uzun süredir çalışıyor! Başka bir örneği olmayan ampul, gizemini(!) korusa da bütün insanların ömürleri boyunca sadece birkaç kez ampul satın alarak yaşayabileceklerini, patlamadığı her saniye hatırlatıyor.

Hatırlatması gereken diğer şey ise Phoebus karteli. Ampul üreticileri, 100 yıl öncesinin endüstriyel imkanlarıyla, binlerce saat çalışabilecek ampuller üretildiğinde ve satıldığında, bir süre sonra pazarın doygunluğa ulaşacağı sonucuna vardı. Üretim bantlarının tek tek kapanacağı kaygısıyla aralarında Philips, General Electric, Osram,  Compagnie des Lampes gibi şirketlerin yer aldığı kartel, Avrupa ve Amerika’da, kartelin üretim ve fiyatlama politikasına karşı çıkan üreticiler için politik ve ekonomik tehditlere başvurmaya başladı. 20. yüzyıl başlarında 2 bin saatin üstüne çıkan ampul kullanım süreleri, kartelin baskısıyla kısa sürede 1000 saate indirildi.

Çekme halatı kadar dayanıklı naylon kadın çorabı

Benzer bir başka klasik örnek de naylon kadın çorabı üretimi konusunda 2. Dünya Savaşı sonrası görülür. “İpekten yumuşak ve oldukça esnek” naylon kadın çoraplarına talep öylesine artar ki mağazaların önünde uzun kuyruklar oluşur. Fabrikalar 24 saat üretim yapsalar da talebi karşılayamazlar. Otomobiller için çekme halatı olarak dahi kullanılabilecek sağlamlıkta olan çorapların üreticisi Dupont, talebin kısa vadede azalacağını ve üretimlerinin yavaşlayacağını düşünerek, bu kadar dayanıklı çorapları üretmekten vazgeçtiler. Sonuçta sentetik bir ürün olan naylonu, laboratuvar ortamında daha kalitesiz ve hızlı eskiyen şekilde üretmek de mümkündür. Elbette onlar da o yolu seçerler ve tüketicilerin sürekli olarak bu ürünü satın almalarını sağlarlar.

Artık o zaman planlı eskitmenin ne sebeple ve nasıl uygulandığını her alanda hayal edebiliriz. Mesela ilk satın aldığınızda kapakları tıkır tıkır çalışan elbise dolabını taşınırken söktüğünüzü düşünün. Dolabı tekrar kurmak istediğinizde ya eskisi kadar çalışır değildir veya zaten parçaları birbirine oturmaz. Belki de çıkardığınızda bir daha yerine geçmeyen ray sistemleri vardır. Yetkili servisini çağırdığınızda da pahalı bir parça değişimi önerir veya onarılamayacak bir hasardan bahseder. İşte normal olmayan tam da burasıdır, çünkü “yetkili ve uzman” olduklarına inandıklarımızın görevi esasında ürünü tamir etmek değil, tamir olmayacağına ve bir şekilde o ürün için tekrar para harcamanız gerektiğine sizi kibarca ikna etmektir.

Planlı eskitmenin bir endüstri kavramı olarak ortaya çıkışı

Bildiğimiz ilk atıf Büyük Buhran (1929) sonrası pazarı canlandırmak için Bernard London tarafından “Planlı eskitme ile buhranın sonra erdirilmesi” makalesinde ortaya çıkar. London, planlı eskitmeyi şöyle tanımlar: “Alıcıda; daha yeni, daha iyi ve daha erken bir şeyler alma arzusu yaratmak”.

1950’lerde modern tüketim toplumunun iyiden iyiye işlerlik kazanmasıyla birlikte Vance Packard, 1960’da yayımlanan kitabı The Waste Makers‘da, bu dönemin tarihçiler tarafından “Kullan-At Çağı” olarak yazılacağını ileri sürer. Kitapta “çöp üretici” olarak sadece kar maksimizasyonunu hedefleyen ve bilinçli olarak kalitesiz ürünler üretenler değil, aynı zamanda kendilerine büyük konfor alanları yaratmak adına aslında ihtiyaçları olmayan onlarca ürünü satın alan bireyleri de çöp dağlarının oluşmasında ortak olarak görür.

Planlı eskitmenin 3 hâli

Araştırmalarda planlı eskitmenin temel olarak tespit edildiği 3 modelden bahsedilir: Dolaylı eskitme, uyumsuzluk eskitmesi ve estetik (biçim) eskitmesi.

Dolaylı eskitmede, ürünün onarımı için gerekli parça bulunamaz ya da onarım, ürünün fiyatına göre “değmeyecek” miktarda olacak düzeye getirilir. Örneğin 3 bin TL’ye alınan bir telefondaki arızanın giderilmesinin 1000 TL’ye mal olması, tüketicinin onarımdan vazgeçip yeni ürün satın alması yönelmesi hedeflenir. Çünkü tamir merkezi, bu onarım sonrasında da ürünün verimliliğinin düşebileceğini veya aynı sorunun tekrar görülme ihtimalinin artacağını söyleyerek yeni ürüne yönlendirir.

Uyumsuzluk eskitmesi elektronik cihazlarda sıkça görülebilir. Henüz birkaç yıl önce satın alınan ve fonksiyonlarında herhangi bir bozulma olmamasına rağmen “yeni nesil” USB bellek girişi olmaması durumudur. Birçok elektronik cihaz fonksiyonlarını kaybetmediği halde birbirinin teknolojisini desteklemediği için uyumlu olanlarla değiştirilmek (yenilenmek) zorundadır.

Estetik (biçim) eskitmesi, esasında moda sektörünü tek başına ayakta tutan anlayıştır. İlk zamanlarda mevsime ve yıla göre değişen moda, artık neredeyse günlük olarak değişir. Markalar her hafta onlarca yeni ürünü vitrinlerde sunarak, modadan geri kalma kaygısı taşıyan tüketicileri alışverişe yöneltir. Her yıl aynı otomobil veya telefonun dış görünümü biraz değiştirilerek yeni ürün gibi veya sahip olunması gereken daha estetik bir ürün gibi piyasaya sunulmasını da atlamamak gerek.

Arz arttıkça fiyat düşer, fiyat düştükçe daha çok insan ürüne ulaşır mı?

Ürün ömürleri göreceli olarak kısa tutulduğunda talep asla azalmaz. Talep düşüklüğü (arz fazlalığı olarak okuyalım) görülmediği için de yeni yatırımlar yapılabilir ve fabrikalar işlemeye devam eder. Arz arttıkça da fiyat düşer ve ürünlere erişemeyecek tüketicilerin ürünlere erişimi kolaylaşıyor. Bu iyi bir şey değil mi?

Değil, bu anlayış tam da çevre üzerinde yaratılan dışsallığın sebeplerinden biridir. Açıklık getireyim: Birçoğumuzun evinde bir kutuda veya çekmecede artık kullanmadığımız elektronik cihazlar veya işe yaramayan kablolar olduğuna eminim. Şimdi gözünüzün önüne o kabloların ve cihazların milyonlarca katının bir arada olduğunu düşünelim.

Packard’ın bahsettiği Kullan-At Çağı’nda, üretenlerden ve kullananlardan bahsettik. İşte burası da atılan yer: Afrika.

Bir insan ömrü, tükettiği endüstriyel ürünlerin doğada yok olmasını görmeye yetmeyecek kadar kısadır. Sadece kişisel tüketimle oluşturduğumuz olumsuz etkiyi dahi kolaylıkla görebiliriz ama anlamlandırırken kendimizi bu noktada sütten çıkmış ak kaşık gibi görmeye meylederiz.

Her yağmurda gökten yağan çamurdan küresel iklim değişikliğine; bırakın girmeyi, bakmaya bile tiksindiğimiz denizlerden Gebze civarında neredeyse hiçbir canlının nefes alamayacağı kadar kirli havaya kadar onlarca kez şahit olduğumuz bu etkinin çok daha büyüğü fotoğrafta gördüğünüz gibi Afrika’da ortaya çıkıyor. Uluslararası anlaşmalar gereği, bir ülke başka bir ülkeye çöplerini atamadığı için bütün bu atıklar, ticarete konu olan ikinci el ürün olarak yasal yollarla toprağı zehirlemek üzere ve tüketenlerden uzakta, Afrika’da toplanır.

Avrupa’da işler nasıl yürüyor?

Planlı eskitme konusunda Fransa 2015’te bir adım attı. Çevreci enerji üretimine geçiş konusunda çıkarılan yasada aynı zamanda tüketici hakları kapsamında planlı eskitmenin de tanımına yer verdi. Tüketicilerin, ürünleri, üretici tarafından kasıtlı olarak yapılan teknik düzenlemelerle değiştirme mecburiyetinde bırakılması durumunda 2 yıla kadar hapis cezası, 300 bin Euro para cezası veya söz konusun şirketin Fransa’daki yıllık ortalama cirosunun %5’i kadar para cezası öngörüldü.

Avrupalı parlamenterlerin büyük bir kısmı da planlı eskitmeyi bir endüstri kuralı olarak görse de bu konuda en azından tüketicilerin daha iyi bilgilendirilmelerine yönelik açık ibareler olmasından yana. Bir yandan tüketiciler bu duruma karşı Fairphone gibi farklı çözümler üretmeye çalışıyor.
Bir yandan da Avrupa toplumunun büyük bölümü, daha az atık üretmek için eşyalarını paylaşarak hem daha ekonomik hem de daha az karbon salınımlı bir hayat dizayn ediyorlar. Kamusal ölçekte olmasa da yeni ekonomi, paylaşım ekonomisi üzerine kuruluyor.

Peki ne yapalım, ölelim mi?

Zaten şimdi bir şeyler yapmazsak en iyimser tahminlerle birkaç yüzyıl sonra hep birlikte insanlık olarak öleceğimizin farkında olarak işe başlayabiliriz. Konfor alanımızı yıkabiliriz. Hiçbir zaman geç olmadığını fark ederek, hak ettiğimizi düşündüğümüz birçok alışkanlığı terk edebiliriz. Kendimize yiyecek, giysi, elektronik cihaz, mobilya, ev, otomobil vs. satın almadan önce şu temel soruyu sorabiliriz: Bu benim istediğim mi yoksa ihtiyacım mı? İlk etapta kendi şımarıklığımız olarak gördüğümüz ve istek temelli tüketimlerimizi azaltabiliriz. Daha sonra ihtiyaç olarak sınıflandırdığımız ama aslında isteklerimiz/arzularımız olduğunu bildiğimiz (kendini kandırma) ihtiyaçların bir kısmını daha kısabiliriz. Bu azaltma süreci hem fiziksel, hem ekonomik, hem de ruhsal anlamda daha bağımsız bireyler olmamıza yardım eder. Son yıllarda yükselen minimalist yaşam modelinin temelinde de bu motivasyon yatar. İşimize yaramadığını düşündüğümüz her şeyi bir kalemde silip atmak yerine onları tamir etmeyi/ettirmeyi deneyebilir, eğer gerçekten de fonksiyonunu kaybettiğinize kanaat getirirsek de başka bir formda başka bir amaçla kullanabiliriz. Örneğin, artık giyilemeyecek duruma gelen tişörtleri torba haline getirerek alışverişlerde naylon poşet kullanmayarak küçük adımlar atabiliriz. Bu şekilde ürünleri yeniden dizayn etmeye dair birçok yaratıcı fikre internetten ulaşmak mümkün.

Harcadığımız aslında para değil kendi ömrümüz, beden ve ruh sağlığımız, üzerinde yaşadığımız dünya; bundan emin olabiliriz.

ilginizi çekebilir